
Kaypakkaya’nın Türkiye’yi yarı feodal, yarı sömürge olarak tahlil ederken doğaçlama yaptığı söylenebilir. Çünkü, zaten o zaman bunu istatistiklerle gösterebilecek bir kaynak da yoktu. Ama ne vardı? Göz vardı, nizam vardı. Yarı feodalite demek de mutlak bir biçimde toprak mülkiyetinde ağalık demek değildir. Çünkü, kapitalizm, Marks’ın tabiri ile emek gücünün kendisinin metalaştığı ekonomik formasyonun adıdır. Yani, bir coğrafyanın tarımının kapitalist olduğunun söylenebilmesi için emek ürününün değil emek gücünün kendisinin metalaşıp metalaşmadığına bakmak gerekir. Kaypakkaya zamanında da günümüzde de bu coğrafyanın tarımında ağırlıklı olarak emek gücü metalaşmamıştır. Emek ürünü metalaşmıştır.
Kaypakkaya’dan günümüze fark şuradadır ki tarımda makine kullanımının yaygınlaşması klasik feodaliteden kalma maraba tarımın yerine komprador kapitalizme özgü yarı feodal tarımı, yani, küçük ve orta köylülüğün hâkim olduğu, fakat tarımda satın alınmış emek gücü yerine halen aile emeğinin kullanıldığı, büyük toprak parçalarının ise olabildiğince küçük parçalara bölünerek yoksul köylülüğe kiraya verildiği yarı feodal tarımın hâkim olduğu görülür. Bununla ilgili olarak Vasfi Nadir Tekin’in Zincirin Halkası isimli kitabındaki istatistik verilere bakılabilir. Bu verilere göre bu coğrafyanın tarımı Kürdistan’da da Anadolu’da da halen ağırlıklı olarak (% 90) emek gücünün kendisinin metalaşmadığı küçük ve orta köylülük tarafından yapılan aile tarımı olduğu görülür. Zaten, bu böyle olmasaydı, yani, yarı feodal tarım bir taraftan komprador kapitalizme ucuz ham madde ve diğer taraftan da köyden kente kesintisiz artı nüfus göçüyle yedek ucuz iş gücü yaratmasaydı ne Koç ve Sabancı gibi komprador kapitalistler ve ne de KOBİ tarzı işletme sahibi milli burjuvazi palazlanabilir ve dolayısıyla emperyalist sermaye bu coğrafyada hareket imkanı bulabilirdi.
Emperyal sermaye bir yarı sömürge coğrafyaya niçin gelir? ucuz iş gücü ve ucuz ham madde için gelir.
Ucuz iş gücü ve ucuz hammaddeyi de yaratan yarı feodal tarımdır. Çünkü, kapitalist tarımda, yani, işin satın alınmış emek gücüyle yapıldığı tarımda, işçi 8 saat çalışır. Fakat aile tarımında iş bitene kadar çalışılır ve emek sömürüsü kapitalist tarımla kıyaslanamayacak kadar yoğundur. Yarı feodal tarım ağırlıklı olarak kadın ve çocuk emeğinden beslenir. Ailenin tamamı iş bitene kadar çalışır.
Böyle olduğu için kapitalist sermaye tarıma yatırım yaparken kendisi tutup tarım çiftliği kurmaz. Ne yapar? hayvanları köylüye kiraya verir. Onun ürününü satın alır. Ya da Mis Süt, Pınar süt gibi imalatının %90’ından fazlasını kendi çiftliğinden değil birkaç ineği olan küçük köylüden toplama sütü satın alıp pazara sunarak gerçekleştirir. Çünkü, tarımda da hayvancılıkta da risk oranı yüksektir. Büyük komprador sermaye tarıma ve hayvancılığa yatırım yapmaktan imtina eder. Çünkü, büyük sermaye için örneğin bankacılık, montaj sanayi, ticaret ve borsa gibi yüksek kar marjlı sektörler daha caziptir.
Yarı feodal bir coğrafyada sermaye tarıma ve hayvancılığa yatırım yaparken, riski ötelemek için tıpkı toprak ağası gibi, toprağı ve hayvanları yoksul köylülüğe icara verir. Böylece hem riskleri ötelerken hem de işçiliğin sigorta primlerinden, sendikal haklarından kurtulup yoksul köylülüğün aile emeğini yarı feodal biçimde sömürür.
Bütün bu göstergeler Kaypakkaya zamanında da günümüzde de bu coğrafyanın tarımının kapitalist değil yarı feodal tarım olduğunu ortaya koymaktadır. Devlet, bir sınıf iktidarıdır. Yani, sosyoekonomik yapıya karakterini veren egemen sınıfların iktidarıdır. Devlet sınıf yaratmaz. Zaten var olan sınıfların iktidarını sürdürür. Bu ülkenin tarımı yarı feodal olmasaydı komprador kapitalizm de olmazdı. Komprador sınıfların devletine yarı feodalizmi tasfiye ettirmek, bunu iddia etmek Nasrettin hocaya bindiği dalı kestirmeye benzer.
Anadolu’da tarımda ücretsiz aile işçisi oranları bölgelere göre şöyledir;
İstanbul bölgesi %5,2, Batı Anadolu Bölgesi %79,4, Batı Marmara %83,4, Doğu Marmara %74,3, Ege %82,2, Akdeniz %82,5, Orta Anadolu %90,6, Batı Karadeniz %91,7, Doğu Karadeniz %94,9, Orta Doğu Anadolu %92,0, Kuzey Doğu Anadolu %95,8, Güney Doğu Anadolu %83 dür.
Görüldüğü gibi sadece bu oranlar dahi Anadolu tarımının ücretsiz aile emeği üstüne kurulu olduğunu göstermektedir. Marks’ın tanımı ile kapitalist ekonomik formasyon emeğin bizzat kendisinin metalaştığı formasyondur ve diğer ekonomik formasyonlardan bu niteliği ile ayrılır. Leninist kriterlerle değerlendirildiğinde de ücretli işçi kullanım oranlarının toplam nüfus ve kırsal nüfus artış oranlarından yüksek olmadığı görülmektedir. Makine kullanım oranları da traktör başına düşen arazi miktarlarından görüleceği gibi yoksul, küçük ve orta köylülükte hiç de üretken değildir.
Bu göstergelerin hemen hepsi Anadolu tarımının üretim ve değişim süreçlerinde çok çeşitli şekillerde iç içe geçmiş kapitalist ve feodal formasyonların oluşturduğu yarı-feodal bir niteliği göstermektedir. Anadolu tarımı rakamlarında gösterdiği gibi büyük oranda küçük ve orta ölçekli tarla tarımıdır. Yine verilerden de görüldüğü gibi tarla tarımında esas olarak aile emeği kullanılmakta satın alınmış emek kullanımı tali kalmaktadır. Marks’ın tanımı ile bir üretim ilişkisine kapitalist denilebilmesi için emek etkinliğinin bizzat kendisinin metalaşması gerekir. Tarla tarımında emek etkinliğinin kendisi metalaşmamakta emek ürünü metalaşmaktadır. Anadolu tarımının bu yarı-feodal niteliği sonuçları itibarı ile hiç de basit ve yok sayılabilecek bir olgu değildir. Emperyalizme bağımlılık ilişkilerine ve komprador kapitalizme niteliğini veren tarla tarımının yarı-feodal niteliğidir. Tarla tarımının yarı-feodal niteliği komprador kapitalizmin bütün üretim ve paylaşım dinamiklerini de belirlemektedir.
Tarımsal üretim süreçlerinde emek etkinliğinin metalaşmaması ve esas olarak satın alınmış emek kullanımının tali kalması tarımsal ürünün, yani sanayi hammaddelerinin girdi maliyetlerini düşürerek pazar fiyatını da düşürmektedir. Birçok sanayi hammaddesi niteliğindeki tarım ürününde alıcının tefeci-tüccar niteliğindeki devlet olması tarımsal ürünlerin piyasa fiyatını düşüren diğer bir etkendir. Devletin belirlediği fiyat zaten tekel fiyatıdır ve üretim ilişkileri tarımsal ürünün serbest pazar ilişkileri ile belirlenmesini engellemektedir. Yine tarla tarımının küçük ölçekli tarım olması itibarı ile yeni yetişen kuşakların geçimini karşılamaması nedeni ile kırdan şehre göçe neden olan niteliği bir taraftan yarıcı yada ortakçı ekonomisi ile kır ekonomisi ile ilişkisini sürdüren diğer taraftan şehirlerde bulabildikleri işlerde istihdam edilen kitleleri yaratmaktadır.
Bu kitlelerin topraktan tamamen ayrılmış olanları proleterleşmekte tarımla ilişkisini sürdüren kısmı ise yarı-proletaryayı oluşturmaktadır. Bu yarı-proleter kitle özellikle vasıfsız kol emeği kullanılan sektörlerde emeğin kendisini yeniden üretmek için ihtiyaç duyduğu miktara tekabül eden gerekli emek zamanını yani ortalama ücretleri düşürmektedir. Tarla tarımının yarı-feodal niteliği komprador kapitalizmin ihtiyaç duyduğu ucuz iş gücünün de yaratıcısı olmaktadır. Emek etkinliğinin fiyatını düşüren diğer bir etken yine tarla tarımının bir fenomeni olarak kırdan şehre göçle gelen işsiz kitle yani yedek iş gücüdür.
Komprador kapitalizm yarı-feodal nitelikteki küçük meta üretimi görüngüsündeki tarla tarımını yeniden ve yeniden üretmektedir. Çünkü komprador kapitalizmin bütün üretim ve paylaşım dinamikleri tarımın bu yarı-feodal niteliği tarafından belirlenmektedir. Tarla tarımı Anadolu köylülüğünün esaretidir. Küçük meta üretimi niteliğindeki tarla tarımında sermaye birikimi üretim sürecinin dışında gerçekleştiğinden yani kar büyük oranda ürünü satın alan tefeci-tüccar ve tefeci-tüccar niteliğindeki devlet tarafından realize edildiğinden küçük meta üreticisi köylülük sermaye birikimi yapamaz dolayısı ile yarı-feodal nitelikteki aile tarımını satın alınmış emeğin kullanıldığı yani emek etkinliğinin kendisinin metalaştığı büyük ölçekli kapitalist tarıma dönüştüremez. Tefeci- tüccar sermayesi ise tarımsal üretimin düşük kar marjları, doğal koşular tarafından belirlenen risk oranının yüksekliği buna karşılık sermaye piyasaları ve ticaretin tarımsal üretimden daha karlı nitelikleri ile biriktirdikleri sermayeyi büyük ölçekli tarla tarımına dönüştürmeyeceklerdir. Bu eşyanın doğası gereğidir. Tefeci- tüccar sermayesinin varlık nedeni zaten küçük meta üretimi niteliğindeki yarı-feodal tarla tarımıdır. Tefeci-tüccar sermayesinden kendi varlık nedenini ortadan kaldırması beklenemez.
Anadolu köylülüğünün esaretinin ve emperyalizme bağımlılık ilişkilerinin belirleyici halkası olan küçük ölçekli meta üretimi niteliğindeki yarı-feodal tarla tarımının komprador kapitalizm tarafından neden tasfiye edilemeyeceğini gördük. Anadolu gibi yarı-sömürge yarı-feodal sosyoekonomik yapılarda geriye yegâne seçenek olarak deyim yerindeyse zorunlu olarak emperyalizme bağımlılık ilişkilerini sonlandırmak için küçük meta üretimi niteliğindeki yarı-feodal tarla tarımını zor yolu ile kollektif tarıma dönüştürmekten başka seçenek kalmamaktadır. Bu nedenle tarımı kolektifleştirmek Demokratik Halk Devriminin (DHD) asgari programının birincil öğelerindendir.
Köylü sorununu varlığı yarı ya da yeni sömürge ülkelerle kapitalist emperyalist ülkelerdeki devrim mücadelesinin eşitsiz gelişme nedenlerinden biridir. Bu olgu bir dünya devrimi beklentisinden çok bölgesel devrimlerin gelişme eğilimlerinin daha belirgin olarak öne çıkma nedenini de açıklamaktadır. Köylü sorunu demek problemli kitleler ve işsizlik demektir. Köylülük örgütlendiğinde bir devrim potansiyeli taşır ve köylü sorunu yarı ya da yeni sömürgelerde emperyalist kapitalizmin bunalımlarının derinleştirmektedir. Bu nedenle emperyalizmin ideologları köylü sorununu revize etmeye ve onun bir Demokratik Halk Devrimi ile çözümü yerine çeşitli sınıflara ait paradigmaları ikame etmeye özel bir gayret göstermektedirler.
Köylülük çok değişmiş gibi görünüyor dışarıdan bakınca ama gerçeklik hiç de öyle değildir. Örneğin, varoşlar hiç geziyor musunuz? İstanbul ‘un varoşlarında bir hanede 10 -15 hatta 20 kişi bir arada yaşıyor. Bunlar çekirdek aile değil; hala, amca, kayın baba kayın valide, yenge, kardeşler ve torunlar bir arada aynı hanede yaşıyor. Bu hanelere en az 4-5 kişi bulabildikleri geçici işlerde çalışıyor. Bu asgari ücret üzerinden haneye en az 40 bin lira gelir demektir. Bu hane üyeleri birey olamadıkları için çok fazla bireysel tüketimleri: yani, örneğin, sinema, tiyatro, meyhaneye gitme; kitap okuma, tatil yapma gibi bireysel tüketimleri de olmadığı ve çoğu yaşadığı varoşun dışına bile hiç çıkmadığı için bu 40 bin lira civarındaki gelir, bu geniş ailelere rahatlıkla yettiği gibi birikim de yapıp ev ve araba sahibi olabiliyorlar. AKP’nin tabanı bu kitledir. Bu kitle ne köylü kalabilmiş ama ne de şehirli olabilmiş lümpen proletaryadır. Bu kitle, aynı zamanda, köyden de bağlarını tamamen koparmamış, bir ayağı köyde olan, köydeki tarlasını bir yakınına ya da bir kiracıya bırakmış olan yarı köylü bir kitledir.
Bu kitle, şehir hayatının kozmopolit kültüründen korkan kitledir. Özgür kadını algılayışındaki geri ve gelenekçi kabullenişi, bu kesimdeki erkeği ailedeki kadın bireyleri özgür birey olmaktan korumanın yolu olarak katı bir din savunusuna ve dinin kurallarına uygun yaşatmaya yönlendirir. Yani bu kesim, dini yaşamı ideolojik bir argüman olarak benimseyen ve böylelikle de AKP gibi İslamcı faşist ideolojiyi temsil eden bir partiye ya da MHP gibi Milliyetçi faşist bir partiye kitle tabanı oluşturan kesimdir. Bu kitle, bireyleşemediği için bilimden, bilimsel felsefeden ve sınıf kültüründen değil dinden ve gelenekten beslenen bir mantalitenin taşıyıcısıdır. Faşist devlet aygıtı da bunu bildiği için bu kitlenin dini ön yargılarını, milliyetçi şovenizmini, kendinden olmayanlara karşı kin ve nefretini provoke eden ve böylelikle, ezilen kimlik ve sınıfların toplumsal muhalefetine karşı, bu kitleyi bir emniyet supabı olarak faşist demagoji ile politize eden, zaman zaman da Çorum, Maraş, Sivas katliamlarında olduğu gibi ezilen kimlik ve aidiyetlere ve sınıf muhalefetine karşı mobilize ve militarize eden bir siyaset izlemektedir. Bu kitleyi yaratan sosyolojinin ekonomi politik temeli tarımın komprador kapitalizme ucuz ham madde ve ucuz iş gücü yaratan yarı feodal niteliğidir. Ev kirasıyla asgari ücretin birbirine denk olduğu bir ülkede köyden şehre göç eden artı nüfus nasıl bireyleşebilir?
Bireyleşemeyen ve kendisine bir çekirdek aile oluşturamayan bu kitle şehirde de tıpkı köyde yaşadığı gibi çeşitli akrabalardan oluşan geniş aileler biçiminde, feodal değer ve kültürel kalıntıların korunduğu ve hatta ideolojileştirildiği bir yaşam biçimine sarılmaktadır. Bu ekonomi politik temel değişmediği sürece bu coğrafyada İslamcı faşist ve milliyetçi faşist ideolojinin kitle tabanı her zaman olacaktır ve bu kitle tabanından destek alan faşist devlet aygıtı proleter demokrat, aydın, sol, sosyalist, Kürt, demokrat, Alevi kitleleri sindirmek için olduğu kadar, bir sosyalizm paradigmasının gerçekleşme olasılığının her biçimine karşı da bu faşist kitle tabanını asker, polis, paramiliter, fanatik faşist kitle olarak çeşitli biçimlerde bizim karşımıza bir bostan korkuluğu gibi dikmektedir. Faşizm, farklı sosyo ekonomik yapılarda farklı ideolojik ve sosyolojik biçimlere bürünür.
Dimitrov’un tanımıyla faşizm, kapitalizmin emperyalizm aşamasının burjuva devlet biçimidir. Burjuva demokrasisi kapitalizmin serbest rekabetçi aşamasına karşılık gelir. Kapitalizmin ekonomi politiğinin tekeller tarafından belirlendiği ve banka sermayesi ile sanayi sermayesinin iç içe girmesinden kaynaklanan finans kapitalin ekonomi politiğin ve dolayısıyla siyasetin bütün argümanlarını kendi tekelci karakterine göre biçimlendirdiği bir dünyada burjuva demokrasisinin kırıntıları da artık mevta olmuş demektir.
Merdan Yanardağ gibi Kemalizm’e faşizm dememek için AKP-MHP faşizmine islamofaşizm adı altında minareye kılıf giydirir gibi Türkçenin sözcük türetme kurallarını da iğdiş edercesine uyduruk bir terminoloji giydirenler ve bu coğrafyadaki devlet iktidarının başından beri faşist niteliğini gizlemek isteyenler, faşizmin tarihini AKP-MHP iktidarıyla başlatırken, Anadolu ve Kürdistan halkları kendi acı tecrübelerinden faşizmin ne olup ne olmadığını bu coğrafyanın yarı aydın entelektüellerinden daha iyi bilmektedirler.
İslamcı faşist ideoloji, tıpkı Kemalizm ya da Nazizm gibi mali oligarşi ve işbirlikçilerinin devlet aygıtının farklı coğrafyalarda farklı biçimlere bürünen ideolojik, demagojik bir argümanıdır. Faşizm, çeşitli ideolojik biçimlere bürünmeden önce kapitalizmin emperyalizm aşamasına karşılık gelen ve finans kapital gibi emek gücünü bir canavar iştahıyla yutan sermayenin devletinin ekonomi politik, siyasal ve militarist örgütlenmesinin biçimidir.
Bir Alman, bir İtalyan faşizmiyle bu coğrafyanın faşizmi arasında sosyoekonomik yapının karakteri tarafından şekillendirilen belirli farklılıklar vardır. Böyle bir sosyolojik yapıda ise Kürt Ulusal hareketini yakaladığı kitlesel gerilla savaşına destek olmak ve Kürt sorunu üzerinden bir sosyalist paradigma inşa ederek, farklı toplumsal aidiyetlerin faşist devlet aygıtı ve onun faşist kitle tabanıyla çelişkilerini de kapsayan bir devrimci demokrat birleşik cephe siyaseti üzerinde birleşmekten başka bir öznel siyasal yönelimin başarı şansı yoktur.
NOT: İstatistikler, Vasfi Nadir Tekin’in Zincirin Halkası adlı çalışmasından alınmış olup 2000 yılının TÜİK verileridir.
