Takip Et

Makale

Fikret Karavaz Yazdı: Depremzede Değil, Devletzede Halk Artık Ayağa Kalkmalıdır

Devletzede halk artık yeter demeli ve ayağa kalkarak, yitirdiği canların, çektiği acıların hesabını sermayenin devletinden de sermayenin kendisinden de sormalı ve kendi yaralarını kendisi sarabilmelidir.

Türkiye gibi emperyalizme bağımlı yarı sömürge ülkelerde ekonomik ilişkiler emperyal sermayenin ve onların işbirlikçisi holding sermayesinin menfaatleri doğrultusunda biçimlendiği için Kuzey Kürdistan coğrafyası ya da Anadolu’nun taşra kentlerinde yerleşim alanları planlı bir yapılaşma biçiminde gelişmez. Sermaye daha karlı sektörlere ve rant getiren coğrafyalara yatırım yaptığı için taşrada inşaat sektörü nispeten düşük kar marjları ile iş yapan yerli müteahhitlerin elindedir. Bunlar da düşük kar marjlarını telafi etmek için bir taraftan sigortasız ve güvencesiz çalışan inşaat işçilerinin yevmiyelerinden, diğer taraftan çimentodan, demirden çalarak iş yaparlar.

Diğer taraftan, devlet, taşrada planlı şehircilik politikaları üretmez. Çünkü, bu bölgeler rant yaratan alanlar değildir. İnşaatlar denetlenmez. Böylece ortaya çarpık ekonomi politiğin ürünü olan çarpık kentleşme olgusu çıkar ve deprem gibi sonuçları önlenebilir olan doğanın doğal hareketi toplumsal bir felakete dönüşür. Yani, özcesi, deprem, sel gibi doğal afetler öldürmez insanı, insanları öldüren kapitalist ekonomi politiğin kar hırsı ve bu kar hırsını realize etmek, kapitalist üretim ilişkilerinin devamlılığını sağlamak için örgütlenmiş olan sınıflı toplumun devletidir.

Halk, onların emeğini sömürerek yaşayan asalak sınıfların devletini yıkarak kendi iktidarını kurmadığı sürece, bu asalak sınıflarının menfaatine işleyen ekonominin çarkların arasında ezilmekten, sel, deprem, toprak kayması, iş kazaları ve pazar savaşlarında on biner, on biner ölmekten kurtulamaz bu katliamlar ve ölümler de halka kader diye satılır.

Nasıl ki doğanın doğa olarak bir anlamı yoksa, halkın da halk olarak özel bir anlamı yoktur. Halk, sınıflı toplumda her ne kadar devletin karşıtıysa da devlet de halktan yapılır. Dolayısıyla, halk da tıpkı kendi türküleri gibi ikidir. Sınıflı toplumda, devletin askeri, polisi ve bürokrasisi de halktan yapılmaktadır. Sermayenin iktidarı için örgütlenmiş olan devlet erki, halktan yapılmış ve fakat halkın üzerinde, halka yabancılaşmış bir gücü temsil etmektedir. Dolayısıyla, devletle devrim arasındaki karşıtlık, aynı zamanda, halkın iç çelişkisine karşılık gelir. Halkın yaşamına anlam veren hak davası ve onun da en son tarihsel biçimi olan komünizm davasıdır. Halk, ancak komünizm davası ile kendi ikiliğini çözer, kendi çelişkisini aşarak hak olabilir ve ikilikten özgürleşebilir. Bu anlamda, doğaya ve kendi ontolojisine bir anlam kazandıracak olan şey halkın komünizm davası saflarında, sınıflı toplumun, insanı insana ve insanı doğaya yabancılaştıran ekonomi politiğiyle birlikte bu ekonomi politik üzerinde yükselen devletine karşı yerini alması ve kendi iç çelişkisini çözerek ‘’hak’’ olmasıdır.

Mutlak gerçeğin kesintisiz akışından başka bir şey olmayan doğa tarihi, sınıflı toplumların ekonomi politiği üzerinden kendi özüne yabancılaştırılmıştır. Doğa ve insanlık tarihi arasındaki özdeşliğin yeniden inşası için, komünizm davasından başka, insanlık için bir kurtuluş yolu yoktur. İnsan, ürettiği ürüne ve doğaya özdeş bir varlık olarak, ne zaman, kendisini, satılık bir şey olan ve kendisinden başka her şeyle para aracılığıyla eşdeğerlik ilişkisinde olan bir meta olarak değil ama doğaya özdeş , aynı zamanda, onu değiştirebilme ve ihtiyaçlarına uygun hale getirebilme yeteneğine de sahip bir ontolojik varlık olarak üretmeyi öğrenir ve doğayla olduğu kadar, diğer insanlarla ilişkisini de sınıflı toplumun yasalarının determinantlarından özgürleştirirse, o zaman, doğayla ve kendi özdeşi olan diğer insanlarla barışık bir tarihsel ontolojiye ulaşacaktır. Komünizm davası, insanlığın, sınıflı toplumdaki doğaya ve birbirine yabancılaşmış ontolojik varlığının reddi ve doğa ve diğer insanlarla barışık ve dostça bir dünya için savaşımının adıdır.

Komünizm davası, tıpkı, insan icatlarının, özünde, doğada ve insanın kendisinde mevcut olan potansiyellerin nesnelleşmesinden başka bir şey olmaması gibi, insanlığın kendi tarihinden öğrenerek, sınıflı toplumun tarihinin ekonomi politik determinantlarını reddi ve ilkel komündeki gibi sınıfsız, sömürüsüz bir dünya için mücadelesidir.

Diyalektik, doğanın kendi öz aklıdır. Sınıflı toplumun ekonomi politiğinin aklı ise doğanın aklına aykırı olarak işlemektedir. Doğanın aklı vardır ama o kendiliğinden akılla biçim verebilecek ve onu insancıllaştıracak olan insandır, insan fikridir. Komünizm davası, bir insan fikri olarak, insanın, insanca birbiriyle dayanışma içinde bir yaşam özlemi olarak, özünde bundan başka bir şey değildir.

İnsanlar arasında ortaklaşma arayışının tarihi çok eskidir ve bu arayışın özünde, insanın insan olarak diğer insanlara olan ihtiyacının ve varlığın varlığa özdeşliğinin derin sezgileri vardır. İnsanlığın bugün derinleşen etik krizinin nedenlerinin ekonomi politiğin kavramlarıyla temellendirilmiş ontolojisinin çelişkisi, niteliğe karşılık gelen ve etik değerlerin de taşıyıcısı olan somut emekle matematik bir nicelik olan ve hiç bir etik değer taşımayan soyut emek arasındaki karşıtlık temeline, başka bir söylemle her şeyi paraya eşitleyen değişim değeriyle, kullanım değeri arasındaki karşıtlık temeline dayanır. Şu örnek, özel mülkiyet sistemiyle insanın ilişkisinin ne olduğunu yeterince açık etmektedir: Bu deprem süresince halk can derdindeyken borsaların açık olması ve borsada çimento hisselerinin tavan yapması, kapitalist üretim ilişkilerinde paranın insan canından daha çok önemsendiğini de ortaya koymaktadır. Kapitalizm, her şeyi değişim değerine indirgeyerek satılık bir mal olarak pazara sürerken, depremzede değil defletmede halk, kasaları doldurma amacındaki sermayenin kendi geleceğini ve umutlarını talan eden sermayeyi ve onun devletini başından defetmeden huzur bulamayacaktır.

Kapitalist ekonomi politiğin etik değerlerden yoksun olması, daha fazla kar için her türlü ahlaksızlığa da zemin hazırladığı, bina yaparken, demirden, çimentodan çalan müttehittin iş etiğinin de kapitalizmin etiği olduğu unutulmamalı ve halk daha fazla ölmemek için kapitalizmin kendisine giydirdiği bu kader kefenini yırtarak kendi geleceğini kendi ellerine almalıdır.

İnsanın insanla ilişkisinin ilkel komündeki doğal etiği, bugün, özel mülkiyet ilişkilerinin etiği ile çatışma halindedir. Bugün, yalnız kapitalist kapitalistle kâr amaçlı rekabet etmemekte, proleter de proleterle sınırlı iş imkanları dahilinde rekabet etmektedir. Herkesin herkesle rekabet ettiği böyle bir dünyada, özgürleşmek için militan ve devrimci olmaktan başka bir şansı yoktur.

Böyle felaket anlarında, halklar, kimin dost kimin düşman olduğunu da kendi deneyimleriyle görmektedirler. Depremi duyar duymaz, Borsada parayla oynayanlar çimento hissesi almaya koşarken, devrimci demokrat örgütlenmeler ve sivil toplum örgütleri depremzede değil devletzede halkla dayanışmak için ellerinden gelen her şeyi yapmışlar, yardımları koordine edip yerine ulaştırmışlar, bizzat gönüllü olarak kurtarma çalışmalarına katılmışlardır. Deprem bölgesinde devlet ortada yokken, devrimci demokrat örgütlülükler ve sivil toplum örgütleri bütün imkanlarını oradaki halka seferber etmişlerdir. Devlet, bir doğal afet karşısında kendi yetersizliğini ve sınıfsal kimlik olarak halkın değil sermayenin devleti olduğunu açığa çıkaran bu gönüllü yardım ve çalışmaları köstekleyerek, iki yüzlü kimliğini bir kez daha ortaya koyarken, halkın kendi acı deneyiminde bir kez daha teşhir olmuş, halk dostunu düşmanını bir doğal afette kendi gözleriyle görmüş ve tanımıştır.

Sermayenin devleti, batık şirketleri kurtarmadaki becerisini bir doğal afet sırasında gösterememiş, kurtarma çalışmalarında geç kalınmış, yardımlar koordine edilemediği gibi, devrimci-demokrat kurumlardan gelen yardımlar, siyasal hesaplarla engellenmiş, şirketlerin yaptığı sözde parasal desteklerler ise sanki onların kasasından çıkmış gibi yandaş medyada bir reklam ve şov kampanyasına dönüştürülmüştür. Oysa, şirketlerden gelen parasal fonlamaların vergi borçlarından düşürüldüğünü, hiçbir şirketin kasasından bu fonlamalar için tek bir kuruş bile çıkmadığını, bu şov ve reklam kampanyalarını örgütleyen yandaş medyanın kendisi de bilmektedir.

Evet, deprem, doğanın kendiliğinden bir hareketi olarak doğa tarihi için son derece normal bir olaydır. Ama depremlerde ölmek halk için kader değil, çarpık kapitalizmin halk için kefen rolü oynamasının bir sonucudur. Devletzede halk, depremin 19. gününde dahi sağlık bakanlığı tarafından koordine edilmiş bir sağlık hizmetinden yoksunsa- ki Türk Tabipler Birliği 1700 gönüllü hekimle sağlık bakanlığına talepte bulunmasına rağmen bu talebe bir yanıt verilmemiştir – o zaman, kendi yarasını kendisi sarmalı ve sivil toplum örgütleriyle birlikte meslek örgütleri ve devrimci örgütlenmelerle dayanışma içinde deprem bölgesinde yaşamın sürdürülebilirliğini kendisi örgütlemelidir. Halkın yaşamıyla borsada oyun oynayanlara da yarasını sarmak yerine depremle ölüme “kader” diyen devlete de böyle şamar gibi bir yanıt tam da yerinde olacaktır. Sınıflara bölünmüş toplumda, halkın bu halleri yeni değildir, çok eskidir. Halk türkülerinde, umutlarını dillendirdiği kadar, dertlerini de dinlendirir ve geçmiş deneyimlerinden de bilir ki egemen sınıfların devleti onun yaralarını saramaz. Devletzede halk tarihe yayılmış bu ilişkiye artık yeter demeli ve ayağa kalkarak, yitirdiği canların, çektiği acıların hesabını sermayenin devletinden de sermayenin kendisinden de sormalı ve kendi yaralarını kendisi sarabilmelidir.

Makale konulu diğer haberler