Bizimle iletişime geçin

Makale

Gerçekliği Olduğu Gibi Görmeye Özen Göstermeli, Kendimizi Kandırmaktan Özgürleşmeliyiz

Öyle ki, bazen bir insanın bizlere söylediğini, kitlelerin söylemi, talep ve istemi olarak genelleştiriyoruz. Evet hem kendimizi kandırmış oluyoruz ve hem de gerçekliği abartarak çarpıtmış oluyoruz. Parçayı bütün, özeli genel, azı çoğunluk olarak yansıtıyor, objektif tutum, bilimsel yaklaşım ve diyalektik görüşten kopuyoruz.

Yaptığımız yanlışların en önemli kaynaklarından biri sübjektivizmdir. Sübjektivizm özünde bir bakış açısı sorunudur. Objektif gerçeği ele alışta bilimsel norm ve diyalektik yöntemi ihmal ederek, muhtelif duygu ve göreli düşünceyi objektif gerçeğin yerine koyan ya da parçayı/bütün, özeli/genel gösteren kusurlu bakış açısıdır. Bizlerdeki sübjektivizm, daha çok olgu ya da gerçekleri yorumlamada, tariflemede, tanımlamada, durumu tespitinde etme ve değerlendirmede gerçekliğin abartılması ya da çarpıtılmasında kendini gösterir. Ve bizleri objektif gerçekten uzaklaştırarak yanlışlara düşmemize neden olur.  

Açıkça görülen bir sübjektivizm hatası şudur: Objektif gerçeğe saygılı olan hemen ‘‘herkes” kabul eder ki, devrimci hareketin adeta birbiriyle yarışırcasına ve birbirilerine karşı savunuda, esasta güçlü olduğunu, sorunsuz olduğunu, en iyisi olmasa da en iyilerden olduğunu bir biçimiyle söyler. Zayıf olduğunu, sorunlar yaşadığını vb. kabul eden çıkarsa bile bu çok azdır. Genel olarak hepsinin ‘‘burnu dik”, göğsü sonuna kadar gerilidir. Yani, kaba değimle hiç kimse ‘‘burnundan kıl aldırmaz.” Fakat, sınıf mücadelesinin gelişim seviyesi, mücadele pratiği, devrimci görevlerin yürütülme düzeyi, yaşanan sorunlar ve başarısızlıklar vb. vs. bambaşka bir gerçek olarak orta yerde durmaktadır. Objektif gerçekle devrimci hareketin yansıttığı durum esasta birbirinden farklı bir tablo resmeder-etmektedir. O halde, özetlemeye çalıştığımız bu durum; devrimci hareketin yaklaşımı veya tavır-tutumu açık bir sübjektivizm göstergesidir. İfade ettiğimiz gibi, devrimci hareketi bu sübjektivizm ve abartıya iten neden, birbirilerine karşı kendilerini zayıf ve sorunlu göstermeme, bilakis güçlü gösterme kaygısıdır. Ve bu kaygının kendisi sübjektivizmin batağıdır. Buradan çıkılması elzemdir. Halka yalan söylememe ilkesi, pekâlâ devrimcilere yalan söylememe ilkesidir de. Bu, açık, dürüst, objektif ve bilimsel davranma ilkesidir. Buna uymamak sübjektif bir kırılmadır. Ve hataları, yanlışları ve başarısızlıkları karşısında köklü özeleştiri veren örnekler istisna olacak kadar azdır. İstisnalar hariç, verilen özeleştirilerin dil ucuyla ifade edilip yüzeysel kaldığı da bir gerçektir… İster sübjektivizmden ve isterse bunun beslediği anlamsız kaygılardan kaynaklı olsun, yapılan hata ve yanlışların samimi özeleştirisi verilmeden ve bu anlamda düzeltilmeden başarı yoluna girilmesi oldukça zordur.

Yukarıda, bizlerdeki sübjektivizmin bazı durumlarda çok açık, kaba ve katıksız biçimde görüldüğünü söyledik. Hangi durumdur bu: Örneğin, kitlelerin durumunu tartışır ve bu durumun nasıl olduğunu yanıtlarız. Bunu yanıtlarken, kitlelerin çok iyi olduğunu, devrim istediklerini, silahlı mücadelenin verilmesini istediklerini vb. söyler, tespit ederiz. Bundaki sübjektivizm nedir, nereden çıkar? Kitlelerin bu durumunu tahlil-tespit eden bizlerin, kitlelerin talep ve istemleri olarak ileri sürdüğümüz bu şeylerin, esasta ilişkide olduğumuz-görüştüğümüz son derece az sayıdaki emekçinin-halktan insanın bizlere söyledikleridir; geniş kitlelerin değil! Yani, bizler, ‘‘kitleler şunu talep ediyor, bunu söylüyor” vs. derken, aslında birkaç insanın-emekçinin bize söylediklerinden yola çıkıyoruz ve bunu kitlelerin talepleri, istemleri vb. olarak yansıtıp ifade ediyoruz. Dolayısıyla, bizler bunu yaparken, çok açık biçimde kaba ve katıksız bir sübjektivizm sergiliyor, sübjektivizme düşüyoruz. Böylece, kendimizi de, bilgilendirdiğimiz muhataplarımızı da kandırmış oluyoruz. Gerçek olmayan bilgiyi yaymakla birlikte, gerçeği abartarak çarpıtmış ve kendimizi yanlış yönlendirmiş oluyoruz bu sübjektivizmimizle… Öyle ki, bazen bir insanın bizlere söylediğini, kitlelerin söylemi, talep ve istemi olarak genelleştiriyoruz. Evet hem kendimizi kandırmış oluyoruz ve hem de gerçekliği abartarak çarpıtmış oluyoruz. Parçayı bütün, özeli genel, azı çoğunluk olarak yansıtıyor, objektif tutum, bilimsel yaklaşım ve diyalektik görüşten kopuyoruz… Oysa, ilgili ifadeyi, ya yanımızdaki, görüştüğümüz bir veya birkaç insan bize söylemiştir, ya da bir veya birkaç yoldaşımız bizlere söylemiştir. Ama bizler ne yapıyoruz; ‘‘kitleler ayaklanmak istiyor ve silahlı mücadelenin verilesini istiyor” vb. biçiminde propaganda ederek sübjektivizmimizi derinleştiriyoruz…

Aynı durum parti-örgütler içinde de benzer biçimde cereyan ediyor. Birkaç sempatizanın, taraftarın ya da üyenin bizlere söylediklerini, ‘‘yoldaşlar bunu istiyor” vb. diyerek, birkaç yoldaşın söylemini genelleştirip çoğunluğa mal ediyor, çoğunluğun istemi olarak yansıtıyoruz… Kuşkusuz ki, ister kitlelerin talepleri olsun ve isterse yoldaşların talepleri olsun, bütün bunlar bir biçimiyle siyasetin, taktik politikanın ve örgütsel yönelim ve pratiğin biçimlendirilmesinde etkide bulunuyor. Dolayısıyla, sübjektivizmin ortaya çıkan hüneri şu oluyor; hatalı, yanlış, abartılı bilgi ve değerlendirmeler, siyasete-taktiğe ve örgütsel konumlanışa yanlış yön vermiş oluyor…

Eksik bilgiyi tam bilgi, parçayı bütün, özeli genel, azınlığı çoğunluk olarak gösteren her anlayış sübjektiftir ve sübjektivizm gerçeği çarpıtan veya abartan, dolayısıyla objektif gerçeği karartıp olguyu başkalaştıran bir bakış açısı sorunu olarak hataları koşullayan yapısıyla bilimden uzaklaşan bir sapmadır.

Devrimci hareket, ekonomik talepli gelişen, sınırlı ölçüdeki işçi-emekçi direnişleri ya da toplumun çeşitli kesimlerinde yaşanan bazı eylemsel pratikleri kapsamına vb. bakmadan derhal devrimci durumun gelişkin olduğunu tespitinde bulunur ve buna uygun olarak siyasetler benimseyip politik taktikler belirler. Oysa sınırlı işçi-emekçi çevrenin bu hareketi ülke çapında devrimci durum tespitinde bulunmaya yetmez. Objektif şartlar bağlamında belli bir devrimci durumdan ve hatta bu haldeki devrimci durumun sürekliliğinden bahsedilse de sübjektif açıdan devrimci durum oldukça geridir; bilinç ve pratik hareket olarak devrimi isteyen bir kitleden veya kitlenin devrim isteyen bilinçli yöneliminden söz etmek henüz erkendir genel olarak. Bunun kabardığı istisnai dönemler elbette vardır, Gezi Direnişi gibi… Bu anlar için devrimci durumun uygunluğundan söz etmek yerindeyken, en ufak bir kıpırtıda devrimci durumun mükemmel olduğundan söz etmek yanlıştır. Devrimci durum, objektif ve sübjektif etmenler olmak üzere iki ayaktan oluşur. Bunlardan birinin olması devrimci durum tespiti için yetmez. Öyle ki, devrimci hareketin bazı parçaları, kitlelerin yaygın bir hareketi vb görülmediği halde veya bazı geçici dalgalanmalarda hemen devrim konseyleri kurmayı önermeye kadar gitmektedirler. Bazıları da silahlı mücadelenin mükemmel koşullarından söz ederek sübjektivizm hatasına düşmektedirler. Bunlar kaba bir sübjektivizm ve kendini kandırma örneğidir…

Aynı sübjektivizmin bir benzeri de devrimci hareketin bazı parçalarında olmak kaydıyla, ülkenin sosyo-ekonomik yapısını tahlil etmede görülmektedir. İç içe geçmiş dünya şartlarında, ülkenin bu şartlardan muaf kalmadığı birçok açıdan çıplak biçimde görülürken, bilimsel, teknolojik, sanayi, ekonomi, üretim araçları, üretim tarzı ve üretim ilişiklerinde vb. vs. çıplak gözle görülebilen değişimler süreci görmezden gelinerek ve bilimsel tutumdan kopup tamamen basit kaygılara esir olunarak ve elbette statükocu dogmatik yaklaşımla feodal/yarı-feodal tespitleri yapılıp tekrarlanmaktadır. Bu ölçekli sübjektivizm kendini kandırmakla yetinmez, devrimci örgütlenme ve mücadele görevlerinden kopmayı koşullar. Kuru iradecilik, ezber teori ve slogancılık damgasını vurur bu hareketlere…

Kitlelerin düzenle çelişkileri, bu çelişkilerin biçimlerini, kitlelerin talep ve sorunları âdeta yok sayarak, kafamızdaki düşünceleri objektif gerçekliğin yerine koymaktayız. Bu, genel anlamda başarısızlıkları şartlarken, kitlelerden kopmayı ya da onlarla birleşmeyi de engellemektedir… Özcesi, bizler bazı noktalarda koyu bir sübjektivizmle kendimizi kandırmakta, başarısızlıklarımızı kendi ellerimizle koşullamaktayız…

Devrim kararlılık ve irade gerektirir, bunda şüpheye yer yoktur. Fakat, bu kararlılık ve iradenin bilimsel gerçekle birleşmesi, objektif-nesnel şartlarla örtüşmesi devrim için atlanamaz bir şarttır. Sübjektivizmden kopup kendimizi kandırmaktan uzak durarak objektif gerçeğe ve nesnel koşullara uygun politikalar izlersek devrimi geliştirmemiz çok daha olanaklı olacaktır.

Daha Fazla Makale Haberler