
(Ma’dumi)
( 1806/ 1882-83)
Ardelan edebi geleneğinin en güçlü şairlerinden birisidir Mewlewi. Baban Emirliği’nin Osmanlıya isyan ettiği 1806’da Halepçe’ye bağlı Serşatey Xwarû köyünde doğdu. Bağımsızlık için yükselen direniş ateşi bir bebeği nasıl biçimlendirir bilemiyorum. Yıkıntı, kan ve ateş anlatılarının nakışladığı bir ortamda şekillenen bir ruhun sahibi olduğu açık. Halk, yenilgi ve esaret duygularının sarıp sarmaladığı bu çocuğu, süreç içinde Mewlewiyê Kurd (Tawegozî) olarak tanıyacak ve soyunun, 16. yüz yıl Gorani mistisizminin ünlü melalarına dayandığını söyleyecekti.
Mewlewi şanslıydı. Eğitim zorluklarıyla karşılaşmadı pek. Babası Mela Sait, Güney Kürdistan’ın Bējawa köyünde medrese müdürüydü. Doğduğu evde kitaplar vardı ve babası onun öğretmeniydi. Öğrenimini içten gelen bir istekle Süleymaniye medresesinde tamamladı. Eğitim yıllarında, İran ve Arap şairlerini, özellikle Baba Tâhir-i Uryân’ı, Hafız’ı, Mevlânâ’yı ve Hemedanlı şairleri okudu. Derine yönelmek ve onu duyumsayarak özümsemek derinleştirir. Mevlevi sadece derine değil, Goranicenin ifade ve duygu inceliğine de yöneldi. Ve Halepçe’ye yakın bir medresede öğretmen (mela) oldu. Tasavvufun farklı renklerine ilgisinden olsa gerek, Nakşibendi Şeyhi Osman Serāc-al-Din ile ilişki kurdu.
Daha önemlisi, birçok Kürt şairinin yaptığını yaptı. Kürdistanı köy köy, kasaba kasaba gezmeye başladı. Medreselere uğradı, toplantılara katıldı, konuşmalar yaptı, halkı dinledi. Bu onun, dilleri, inançları, gelenekleri, dervişleri, delileri, destanbejleri, dengbejleri , cirokbejleri vb. tanımasına, sözlü edebiyatın ve yaşamın canlı hazinesini şiir duygusunun ana maddesi haline getirmesine yol açtı. Bu durum onu, Kürt halk şiirindeki sözcük, deyiş ve ruh zenginliğinden ustaca yararlanan, onu kendi imbiğinden geçirerek şiirine yediren ender şairlerin kervanına kattı. Halkla derinlemesine bütünleşmesinden dolayı, şiirinde aruzu değil, hece veznini kullandı. Beyitlerini bağımsızlaştırmadı, anlam ve ruh birliğini tüm şiirinde kurdu. Klasik Kürt şiirinde pek rastlanmayan biçim ve teknikleri soktu şiirine.

Mewlewi oldukça üretken bir şairdi ve şiirleri, İran şiirinin, özellikle de Hafız ve Mevlana’nın etkisi altındaydı. Bunlardaki sufi derinlik, zeka kıvılcımları, buluş incelikleri çekiyordu onu. Hafız’ın kullandığı birçok imge ve metaforun, onun şiirlerinde, farklı bir şekilde yer aldığını görürüz. Arapça ve Farsça’ya ana dili gibi hakimdi. Bu onun şiir diline, Kürtçesine kıvrak bir manevra kabiliyeti kazandırıyordu. Dil, dilin dilidir; güçlenmek için başka dillere ihtiyaç duyar. Goranice başta olmak üzere her üç dilde de eserler verdi.
Mewlewi’nin 1863-1865 arasında toplanan Goranice, 2452 beyitlik divanı Eqîdey Merziye adını taşır. Eş’ariliği merkeze alan eser, düşünce akımlarını, kelam ilmini ve İslam’ın esaslarını içeriyordu. Medreselerde okutulduğu için Kürt dilinin yaşaması ve gelişmesi açısından önemliydi. Kürtçe şiirlerinde, İslam’ın, didaktik bir tarzda yorumlanmasına önemli ölçüde yer verdi. 1868’de, medreselerde okutulması amacıyla, konusu yine Eqîdey Merziye ile aynı olan 2031 beyitlik Arapça El-Fazila’yı yazdı. Tanrının niteliklerini anlatan, el-Fawateh adlı 2031 beyitlik bir de Farsça eser kaleme aldı. Sonsuzluğun kör noktasında ışıldayan Tanrı ve onun kozmosu, şiire mücerret renklerle gelip yerleşti.
Mewlewi’nin, Sorani ve Hewrami alaşımı bir dille, 2.426 beyitlik divanı, en önemli eseridir. Bu onun şiir dünyasını, Kürt halk duygusunu, inanç ve doğasını en geniş biçimde serimleyen bir eserdir. Kürt modern şiirinin babası diyebileceğim Abdullah Goran’ı etkileyen eserlerin arasında yer alır bu. Bu eserde, iki mısradan oluşan ve farz denilen 31 tek beyit; dört mısradan oluşan 39 dubeyt veya rübai; her biri beş veya on bir beyitten oluşan 213 gazel yer alıyor. Gazel, Mewlewi’nin en sevdiği tarzdır. Bu tarzı Kürt şiirinde ustaca uygulayan ve geliştiren az sayıdaki şairlerden biridir.
Kürt klasik edebiyatın yerleşik biçim ve kalıplarına genel olarak bağlı kalan bu Divanın, asırlardır bölge dillerinden beslenen ve gelişerek yetkin bir edebiyat dili haline gelen Goranice’nin zengin bir hazinesi olduğu söyleniyor. Goranicede bu denli kapsamlı ve soluklu bir manzum eserin olmadığını söyleyenler de vardır. Bunları bilemem ama bana öyle geliyor ki, Gorani dil dünyasına ve onun ince hakikatine girmek isteyen, bu kapıdan girmek durumundadır.
İnsanlar, diller, kültürler, dağlar, ovalar dünyasında usanmaz bir seyyah, bir bal arısı gibi gezinen Mewlewi, tasavvufu doğa ile kucaklaştıran bir şairdir aynı zamanda. Sufi felsefesinin gönül gözüyle bakar doğaya. Uhrevi aşkta gösterdiği mistik derinliği, insana ve doğaya gösterdiği aşkta da gerçekleştirir. İnsanın mevcut hazin durumu ve kaderi, onun yalın, acılı, huzursuz dünyasında mırıldanıp durur. Mewlewi’nin şiirsel çabası bana, acı başta olmak üzere, insan doğasını saran duyguları, doğanın sağaltıcı duygularıyla arındırma, var etme çabası olarak görünür. Doğanın manevi gücünü, insanın var oluş gizeminin bir aynası haline getirmek ister adeta. Doğa onda bağlılığın, aşkın ve kavuşmanın, acıda mayalanan iyimserliğin yanındadır. Duyguların arasındaki bağdır, habercidir.
Mewlewi, teşbih sanatıyla dış dünyayı şiirlerine taşımayı, onu şiirinin ruhu haline getirmeyi sever. Çelişkilerle çatlamış iç dünyasını kırık bir testiye; coşkulu, helecan gençliğini de yepyeni, sağlam bir testiye benzetir. İç çatışmalarını doğaya sığınarak çözmeye çalışır. Şiirin insan doğası ile doğadan doğduğu görüşüne oldukça yakındır. Tüm varlığı, inancı, dili, kültürü ile doğanın rahminde yaşayan bir halk, o rahmin zenginliğini ve karakterini yükleniyor. Bu yüklenişten doğuyor sanat. Göçebelerin yüksek yaylalar ve ovalar arasında beşik gibi salınan yaşamları, ince, kaba kıyım dil dünyaları, meşakkatli üretimleri, acılı günleri, bayramları… Tüm bu yaşam gailelerini, sevinçlerini kucaklıyor, Mewlewi’nin şiiri. Tasavvuf, derinlere çekmiş, Eş’ari, sûfî, panteistik motiflerle cazip bir hale getirmiştir şiirinin muhayyilesini. Gerek günlük yaşam sevinci, gerekse doğanın ve mutlak güzelliğin özünü kavrama, onunla bütünleşme aşkı, gazel çeşnisini zenginleştiren, Goraniceyi inceliğin zirvesine taşıyan bir şiire yol açmıştır. Mewlewi’yi, Melayê Cizîrî ve Mahwî’yi aynı ekolün üç büyük ustası olarak niteleyebiliriz.
Dostlarının anlatımı, onlara yazdığı mektuplar ve otobiyografisi, Mewlewi’nin, sade, tutumlu, dervişane bir yaşamı olduğunu gösteriyor. Nakşibendi olduğu için manevi dünyasını, Nakşibendilerin Hakikat bilgisine giden mistik yol üzerinde bir yolcu haline getirmişti. Bu durumu anlatan Rābeṭa adlı Farsça kısa bir el yazması da vardır.
Gelgelelim ki, hayatının son dönemi acılıydı. Acı, kadim şairlerin kaderidir. Gerek karısının ölümünden, gerek şiirine zengin bir kaynak sunan evinin yanmasından, gerekse körleşmesinden dolayı, melankolik bir acı yumağı haline geldi ve bu da ister istemez, son dönem şiirlerine yansıdı.
Karısı Hâtun ‘Anbar‘a tutkundu. Kadın ölünce, Mewlewi acıdan ne yapacağını bilemedi. Oturdu, bu acıyı ağıt şiirlere dönüştürdü ve kör oldu. Bu yetmiyormuş gibi evi yandı ve tüm kütüphanesi kül oldu. Yedi yıllık bir körlükten sonra, atına bindi, yazlığa giderken düştü, birkaç gün sonra da Halepçe yakınlarındaki Saršāta’da öldü.
